İçinde bulunduğumuz kainat aslında o kadar güvensiz ki, oradan oraya savrulmuyorsak tek sebebi Allah’tır. Dünya’nın dışındaki gezegenler, gezegenlerin etrafındaki yıldızlar, yıldızların arasından kayan meteorlar, hepsini kapsayan Samanyolu, Samanyolu’na benzeyen diğer bulutumsular ve bunların tahayyül edilemez hareketleri. Düşünüldüğünde nasıl oluyor da istemsiz bir adım dahi hareket etmeden durabiliyoruz diye sormadan edemiyor insan. Ya da saniyede yaklaşık 450 km hızla esen güneş rüzgarının olası zararlı ve yakıcı ışınlarından nasıl korunuyoruz? Ya da şu göktaşlarından herhangi biri, göklerde başıboş dolaşmaktan sıkılıp  dünyaya düşse ne olurdu halimiz?

Ne olurdu biliyor musunuz? En yavaşlatılmış haliyle düşüsü bile doğusundan batısına tüm dünyayı tuzla buz ederdi. Fakat kainatın, içindekileri muhafaza eden bir Rabbi var. Ve O Rab, gerek atmasforerin özellikleri ile, gerek dünyanın etrafına çektiği manyetik kalkanlar ile gerek taşların hızını kesen gezegenler ile, gerekse de bu cisimlere verdiği emirler ile bizi savrulup durmaktan ve parçalanıp toz olmaktan koruyor. O halde şüphesiz kainatta bir hazırlık ve bu hazırlığın muhattabı misafirler var. Bu misafirler, ev sahibinin kudreti ve merhameti sayesinde göklerden ve yerlerden gelecek her türlü beladan emin kılınıyorlar. Bu misafirler, hızla dönüp duran dünyanın içerisinde savrulmadan nefes alıp veriyorlar. Bu misafirler, parçalanarak düşen göktaşlarının altında hayatlarına keyif ile devam ediyorlar. Çünkü etraflarında olup biteni farketmeyecekleri bir düzenin içerisindeler. Peki misafirhaneyi böyle kusurusuz koruyan Rabbim, misafiri korumaz mı? Elbette korur. Hatta koruyor da. Önce iman veriyor misafirine, al diyor bunu al ve bana güven. Yetinmeyen misafirine güç veriyor mesela, al diyor bana güvenmezsen koru kendini. Sonra akıl veriyor mesela, al diyor bana güvenmezsen yap planını. Sonra eş dost veriyor mesela, al diyor bana güvenmezsen onlardan yardım iste. Misafir şaşırıyor bazen, verilen ekstralara aldanıyor. Gücüne güveniyor mesela, aklına güveniyor. Ailesine, eşine, dostuna, akrabasına güveniyor. Bazen öyle dalıp gidiyor ki, kendisine verilen ilk ikramı unutuyor. Oysa iman, insana verilen en büyük imkandır, en büyük güçtür, en büyük bilgidir. Ve en önemlisi iman, en büyük yardımcının yardımına muhattap olmanın ilk şartıdır. O halde iman, insana verilmiş bir kurtuluştur. İman eden mümin olur, mümin olan El-Mümin’i bulur.

Biliyorsunuz, iman fıtridir. Yani müslüman olan/olmayan herkesin yaratılışında iman mevcuttur. Yine de insandan beklenen, yaşamı boyunca bu imanı maksimum seviyeye çıkarmasıdır. Bu yüzden Bakara-177. ve Nisa-136’da iman etmenin şartları açıklanmış ve alimler bunları şöyle sıralamıştır; Allah’a inanmak, meleklere inanmak, kitaplara inanmak, peygamberlere inanmak, ahiret gününe inanmak, kaza ve kaderin Allah’tan geldiğine inanmak. Ve bu maddeleri uyguladığını anlamanın 4 yolu vardır. Marifet, tasdik, ikrar ve amel. Yani önce yukarıdaki maddeleri tanıyıp bileceğiz. Sonra bunu kabul ettiğimizi kalbimizle tasdik edeceğiz. Sonra dilimizle ikrar edeceğiz yani iman ettiğimizi söyleyecek, müslüman olduğumuzu duyuracağız. Ve son olarak amel edeceğiz, çünkü amel etmek gerçek mümini münafıktan ayırır. Bunu unutmayacağız.

Gelelim yazımıza konu olan El-Mümin ismine. İlk etapta bu ismi duymak insanı biraz şaşırtıyor. Sonuçta mümin olanlar bizleriz, -haşa- Allah nasıl mümin olabilir diye düşünüyoruz. Fakat bu isim Allah’ın imanların kaynağı olduğuna işaret eder. Yani insanların müminliği, O’nun El-Mümin olmasından ileri gelir. Yani Allah, Mümin isminin asıl sahibidir ve bu güzel ismi şerifini iman eden kullarıyla paylaşmıştır. Burada bir paragraf açıp belirtmek istiyorum, bu paylaşmak ismi bir paylaşımdır. Yoksa kendi Müminliğinin özelliklerinden, insanlara verildiğini kastetmek ahmaklık olur. Çünkü bu isim kaynaklarda, vaadine güvenilen, müminleri azaptan emin kılan, gönüllerde iman ışığı uyandıran demektir. Yani Allah El Mümin’dir, bu ismiyle insanları iman ikram eder. Ve insan mümindir, bu sıfatıyla kendisine imanı ikram edeni bilir. O halde kalbinde iman ışığı olan her kul, Allah’ın Mümin isminin muhattabı olmuştur. Lakin, iman mertebe mertebedir. Takdir edersiniz ki, peygamberlerin yahut sahabelerin yahut ashabın imanı ile bizlerin imanı kıyas edilemez. Ama Rabbimizin El Mümin ismini zikrederek ve imanı güçlendiren ameller işlemeye devam ederek imanımızın mertebesini yükseltebilir ve bu sıfatı hakkıyla taşıyanlardan olabiliriz.

Geleneği bozmadan Kur’anî çerçeveyi incelediğimizde, bu isim ile Kur’an’da 21 yerde karşılaşıyoruz. 20 yerde insana nispet edilerek kullanılıyor. Fakat Haşr Suresinin 23. ayetinde Allah’a nispet edilerek şöyle buyrulmuş: “elmelikul kuddûsus selâmul mû’minul”  Yani Allah, mükün sahibidir, son derece mukaddestir, selamete erdirendir, güveni sağlayandır. O halde Rabbimizin Mümin ismiyle tecelli ettiği kullar, kalplerinde korku ve endişelere karşı bir güven hissederler. Onlar bu güven hisssiyle yaşarken birçok beladan emin olduklarına inanırlar. Eğer bu ismin tecellisi onlardan bir an çekilecek olsa, içine düştükleri savunmasız boşluktan ötürü korkar ve endişelerinin verdiği vesveseler yüzünden yaşayamaz hale gelirlerdi. O halde emniyet duygusu büyük bir nimettir ve yine Mümin isminin bir tecellisidir.

Son olarak, bizlere Mümin ismiyle tecelli edip kalplerimizi önce iman koyan, korku ve endişelerden emin kılan ve bizi bu nimetlerden mahrum etmeyen, rabbimize sonsuz şükürler olsun. Tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.