Ey insan! 
Ne zaman, nerede buldun kendini? Hayatını hoyratça harcamayı kimden öğrendin?
Her şey senin mi sandın, elindekileri yitirmeyi nasıl göze alabildin?

Dünyaya teşrif eden Âdem ile Havva bedenlerini kapatmayı arzuladılar, istediler, belkide utandılar. Kimden utandılar veya neden utandılar? Bu soruların cevapları, hepsi bizde değil mi?  Oysa ki, yeryüzünde onlardan başka kimsecikler yoktu. Birbirlerinden mi utandılar yoksa Bir’inden mi? O gün nasıl ve niçin kapanmak istediklerini anlamamız için bugüne bakalım, yanı başımızda duran medeniyete! 
O gün için yeryüzünde kimse yokken kapanmak isteyenlerin yanı sıra bugün yeryüzü hınca hınç dolu. Bazen bu doluluktan bunalıyoruz ve iç sesimizi, sessizliği dinlemek için dağlara çıkıyor, ormanlara sığınıyoruz veya deniz kenarında nefes alıp veriyoruz.

“Ey insan” diye başlamak gerektiğini düşündüm, çünkü insanı hayvan ayıran bâzı nüânslar var.  Bunların en önemlisi; akıl. Aklın olduğu yerde edepten, hayâdan ve utanmaktan bahsedebiliriz, değil mi? O yüzden de “ey insan” diye başlamak istedim. Aklın olmadığı ama hareketliliğin olduğu yer ise, hayvanlar âlemidir. Hayvanlar âleminde; utanmak, sıkılmak, edep gibi duygulara rastlanmaz. İnsanın olduğu yerde akıl ve bununla beraber gelen duygular vardır. 

Allah, “Ey akıl sahipleri” diye buyurur Kur-ân’da, Elbette ki, bir sebebi hikmeti vardır, bu nidânın. İnsanın en önemli özelliği çalışmaktır. Hayvanlar da çalışır lakin bilinçsiz şekilde. Mesela aslan acıkma hissine kapıldığında kendiliğinden gelen içgüdüyle avlanmaya koyulur. Vahşi mahlûk bir yandan da merhamet sahibidir, yavrularının acıktığını görünce veya hissedince avlanma ihtiyacına kapılır ve işini büyük bir ustalıkla, hatta doğanın terazisinin izin verdiği ölçüde avlanır.  İlahi irade, arıya bal yapmasını gerektiğini emretmiştir. Arı, çiçeklerde polen olduğunu ve bu polenlerin bal olacağını idrak edebileceği zannedilmemelidir veya aslanın, diğer  hareket eden, nefes alıp veren ceylanın etinden açlığının giderebileceğini mi düşünmüştür. Bu hal, Allah’ın her mahlukata yüklediği görev gibi, bir vazifedir sadece. Oysa ki insan, bilinçli  olarak  çalışma gayreti içerisindedir. Arı bal yapmaktan sıkılıp da başka bir mesleğe geçme şansı var mıdır, kayısı ağacı yemiş vermekten vazgeçebilir mi ya da aslan avlanmaktan vazgeçip de vejeteryan olabilir mi?  İnsan ise, bu gayretin şeklini, alanını ve zamanını belirleyebilir, çünkü üstün idrak sahibidir. Rabbi, onu en güzel biçimde yaratmıştır, “ben kulumu eşya ve hadiselere tesir etmesi için kendime halife olarak yarattım.” buyurur Allah.

İnsan akıl sahibi ise, bu akılsızlık, hayâsızlık ne içindir? İnsanın yaşamının her döneminde çeşitli işlerde çalışabilir, yeni hobiler veya fobiler kazanabilir, bir yemekten bıkabilir başka bir yemeği sevmeye başlayabilir. Ancak hayatının hiç bir evresinde yemekten içmekten, giyinmekten, su içmekten hatta soyunun boylanmasından bıkmaz, usanmaz ve vazgeçmez. Peki, İnsan niçin giyinir, aklının bu işle ne alakası var?   

Adem’in çıplak bedeni bez parçaları ile örtmesi utanma duygusundan ileri gelmiyor mu? Bugün neden kapanmak istemiyoruz? Bugün insanlar için en modern, en çağdaş asır değil mi? Yoksa insanlar en modern, en çağdaş yüzyıllarında utanma duygusunu yani akıllarını mı kaybettiler? Hayır! Ne aklımızı kaybettik, ne de utanma duygumuzu, sadece değerlerimizi unuttuk. Giyinmek veya örtünmek bu gün için en mühim konulardandır, kapalılar, açıklar veya erkekler için … Her kesimi ilgilendiren bir mevzudur. Gününüzde erkeklerin kapanmak gibi bir dertleri olmadığı gözükse de, kapanmak erkek ve kadınının yükümlülüklerindendir. Kapanmak yani giyinmek ne demektir? 

Katliam araçları yapan, doğanın dengesini bozan, sahip olduğu her şeyi yitiren, yağmalayan insan aklını kullanmayı öğrendiği şu modern çağda giderek hayâsızlaşmıyor mu? Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:

“Medeniyet dediğin açmaksa bedeni,

 Demek ki hayvanlar insanlardan daha medeni…!”  

Fotoğraf : hofiak