“Beni reddetme evlâdın başıyçün bâb-ı lûtfundan
Ziyâ’yım bende-i âl-i âbâyım yâ Resulallâh”

 

Allah dostuna sormuşlar: “Efendim, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâma şiir okuyoruz, okumanın edebi nedir?”, demiş ki “Huzurunda okuyormuş gibi okumaktır”. Biz bu naat-ı şerifi risâletpenah Efendimiz’in huzurundaymış gibi okuyup dinleyemiyorsak da (yazıklar olsun bize) yazanın öyle yazdığına ihlasımız var. Girişte alıntıladığımız beyit, Abdülhamid Ziyâeddin veyahut daha bilindik adı ile Ziya Paşa’nın Efendimiz hazretleri için kaleme aldığı naat-ı şerifin son beytidir. Bu beyitte Ziya Paşa, Efendimiz hazretlerine şöyle seslenmektedir “Ey Allah’ın Rasulü! Ben peygamber ailesinin kulu ve kölesi Ziyâ (Paşa)’yım. (Ne olur) evladının başı için beni merhamet kapından geri çevirme.”

Yine naat-ı şerifin ikinci beytinde Ziya Paşa, mealen: “Ey alemlere rahmet olarak gönderilen (peygamber) ! Bu günahkâra yardım et. Ey Allah’ın Rasulü! Ben baştan ayağa isyan ve hataya boğulmuşum.”

Naat-ı şerifin genelinde böyle bir yakarma ve şefaat talep etme, Efendimiz’e sığınma hali kendini göstermektedir. Kendini günahkar güruhundan gören Ziya Paşa, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’den medet ummakta ve ancak O’nun merhamet kapısına sığınmaktadır. Bu sığınışın dile getirilişi hiç şüphesiz samimi bir müslümanın halet-i ruhiyesinin yansımasıdır. Ziya Paşa kendisinin de belirttiği gibi pek çok hataya ve isyana gark olmuştur. Fakat her defasında bu sürüklenişten bir şekilde geri dönmeyi başarmıştır. Bu sebeple onun hali Şinasi ve benzeri edip ve devlet adamlarından farklıdır.

Ziya Paşa kimdir?

1829(?)  ile 1880 yılları arasında yaşayan Ziya Paşa, klasik bir eğitim görmüştür. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en önemli devlet adamlarından birisidir ve en çok eser veren Tanzimat çağı yazarlarındandır. Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte “batılılaşma” kavramını ilk defa ortaya atan Osmanlı aydınları arasında yer almıştır. Ziya Paşa, Türk edebiyatının oluşmasına, şiirlerinden çok düşünceleriyle katkı sağlamıştır. Tanzimat’ın ikilemli yapısının bireylerde oluşturduğu; ortak eski-yeni çatışması onda açıkça görülür. O; düşünsel olarak Batı’nın yanında olmakla birlikte, duygusal olarak kendimize özgü değerlerden vazgeçmez.

Ziya Paşa, çeşitli siyasi düşünceleri ve önemli devlet adamlarını taşlaması sebebiyle saray dışı görevlere ve sürgünlere uğramıştır. Bir ara yurtdışına da kaçmak zorunda kalan Ziya Paşa, Sultan Abdülaziz ve İkinci Abdülhamid dönemlerinde yaşamıştır. Defalarca sürgün ve kaçış yaşayan Ziya Paşa, Abdülhamid’in tutumları sebebiyle bir kez daha İstanbul dışına, fikir arkadaşlarıyla birlikte çıkarılmıştır. Bu defa son sürgün yeri Adana’dır. Adana’da pek çok bayındırlık faaliyeti de yapan Ziya Paşa, burada vefat etmiştir.

İkilemler Arasında: Ziya Paşa

Ziya Paşa, Tanzimat nesli içerisinde eski kültüre, eski zihniyete ve tabii ki eski şekillere bağlı kalan, eski dili en çok kullanan, eski hayat karşısındaki duruşunu en çok devam ettiren adam olmasına rağmen bu eskiliğin içerisinde bazı yenilikler de barındıran bir adamdır. Bu yenileşme ve batılılaşma fikri onu yer yer bir ikileme sürüklediyse de o daima rücu etmeyi bilmiştir. Ziya Paşa, Tanzimat devrinin henüz İslamlığını yitirmemiş adamlarındandır. O, batılı birtakım felsefi, idari, sosyolojik hatta dini kavramları alır, fakat İslami hassasiyetleri yitirmeden.

Ziya Paşa’yı biz bugün Terci’-i Bend metninden yola çıkarak İslamiyet’in algılanması ve sunulması noktasındaki uç ve cesur çıkışları, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tabiriyle: “Metafizik ürperme ve isyanlar, itirazlar, huzursuzluklar, kararsızlıklar, tatminsizlik, akılla her şeyi çözme iradesi fakat sonunda pes ederek bir teslimiyet…” (Bu teslimiyet klasik manada bir teslimiyetten çok farklıdır. Klasik teslimiyette işin başında Allah’ın iradesi ve takdiri karşısında rıza söz konusudur. Ama Ziya Paşa’nın teslimiyetinde isyan sonucu bir teslimiyet bir pes ediş mevcuttur.)

Ziya Paşa bir beytinde, akılla her şeyi çözemeyeceğini anlayarak rücu ettikten sonra;

“İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez  / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” demiştir.

Bunun anlamı “Yüce fikirlerin idraki bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi bu kadar ağırlığı çekmez” demektir.

Ziya Paşa 19. yüzyılın getirdiği akıl rüzgârlarıyla dalgalanır ve yine nihayet kendini, teslim edişin kollarında huzur içinde bulur.

Terci’-i Bend adlı metni daha dikkatli inceleyecek olursak, Ziya Paşa bu metinde kainat ve insan hayatını geniş bir tablo halinde, adeta sistematik bir şekilde kavrama teşebbüsü içindedir. Terci’-i Bend, kainat ve hayat karşısında şüphe, sual, nefret, isyan ve acz ile dolu sürekli bir hayat duygusu uyandırır. İçerisinde çokça soru barındırır. Sorular, sorular… Eskiler böyle sorular sormazlardı. Mutasavvıflar suali değil, konuşmayı bile kötü bir gözle görürlerdi. Böyle sorular sormaya lüzum yoktu. Zira her şeyin cevabı verilmişti: Allah! İçinde şüphe uyanan kimse soru sorar. Ziya Paşa çok fazla soru soruyor. Onun bu kadar çok soru sormasında sarsılmış bir imanın tesiri yok mudur? Vardır elbette, fakat çok şükür ki sorular deryasıyla daha fazla boğuşamayacağı anlayan Ziya Paşa rücu ediyor. Ve Terci’-i Bend’inde sürekli tekrar eden şu beyit ile Allah’a sığınıyor:

“Subhâne men tahayyere fî sun’ihi’l-ukûl
Subhâne men bilkudretihi ya’cüzü’l fuhûl”

İşte Ziya Paşa, Terci’-i Bend şiirinde bu şekilde akılla -aslında mahluk olan, yaratılmış olan, Halık’ı Yaratan’ı anlaması imkansız olan akılla- birçok sınırı zorlar ve çıkmaza girdiği yerde teslimiyet hırkasına bürünür. Terkib-i Bend şirinde ise biraz daha bilge, biraz daha meselelerini halletmiş, paradokslardan sıyrılmış, sükûnete ermiş, durulmuş bir haldedir.

Ziya Paşa ikilemlerin adamıdır. Bu ikilemler eski ile yeni, akıl ile teslimiyet, Halk edebiyatı ile Divan edebiyatı gibi pek çok konu arasındadır. Hatırlanmasına sebep olan konulardan birisi hiç şüphesiz bu ikircikli yapısıdır, bir diğeri ise dillere pelesenk olmuş olan beyitleridir. Bu beyitleri arasından bazıları vardır ki bugün pek çoğumuz bunları atasözü olarak biliyoruz. İyisiyle kötüsüyle, devrinin rüzgârına kapılan ve geri dönmeye gayret eden Ziya Paşa hakkında temennimiz iman ile ahiret hayatına gitmiş olması ve lütuf kapısına sığındığı risaletpenah Efenimiz’in şefaatinden yararlanması yönündedir. Allah o şefaate cümlemizi nail eylesin.

 

*** Ziya Paşa’nın Beyitlerinden Seçmeler ***

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir / Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”
*
“Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez / Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan”
*
“Asude olam dersen eğer gelme bu cihâna / Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan”
*
“Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman / Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde”
*
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
*
“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât / Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde”
*
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah / Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah”
*
“Allah’a sığın şahs-ı halîmin gazabından / Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir”
*
“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma / Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir”
*
“Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir / Elbet olur ev yıkanın hânesi vîrân.”
*
“Erişir menzil-i maksuduna aheste giden / Tiz-i reftar olanın payine damen dolaşır.”