“Şeref tevazuda, izzet takvada, hürriyet kanaattedir.”
 Şeyh Ebu’l Hasan El-Harkânî (k.s)

 

Hazret-i Musa’yı (a.s), Hazret-i İsa’yı ve Hazret-i Muhammed (s.a.v) yaratan Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senâlar olsun. Ey Allah!… Ey Nur!… Ey Mübîn!… Allah Teâlâ Efendimiz Muhammed’e, onun âli ve ashabına salât ve selâm eylesin.

 

Hüzün denizi, zamanın kutbu, saltanat sahibi şeyhlerin sultanı, aşk ve dostluk yolunda yok olup giden, şevk ve muhabbetten yanıp tutuşan, ilim ve hikmet hazinesi, akıl gülistanın aslanı, Silsile-i Sâdât’ın altıncı halkası, samimi abdal ve zâhid bir kimseydi Eş- Şeyh Ebu’l- Hasan El- Harkânî. (k.s)

İran’ın hudutları içinde yer alan Harkân’da dünyaya teşrif buyurdular, doğum tarihi ilişkin kesin bir kayıt olmamakla birlikte 352 (M.963) yılında doğduğu kabul edilir. Asıl ismi Ali bin Ca’fer’dir.  Ebu’l Hasan El-Harkânî daima tasavvuf yoluna gönül vermiş ve sırlar hazinesine gezmiş, çevresine güzel kokular saçmıştı. Hikmet yoluna intisabı şöyle gerçeklemiştir:

EY HARKÂNÎ! MÜJDELER OLSUN, MÜJDELER

Ebu’l Hasan El- Harkânî Hazretlerinin müşahede ve mücadele yolunda esrar sahibi olduğunu, Mevlân Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri şöyle müjdeliyor:

“-Bayezîd-i Bestâmî Hazretleri müridlerinin başına kendisinden yaklaşık bir asır sonra Harkân’da dünya gelecek olan Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’dir.”

Bir gün Beyazîd-i Bestâmî Hazretleri talebeleriyle beraber yolda giderken kendilerinden manevi bir hal meydana geldi. Bu hal giderek arttı, müridleri dehşete kapıldılar. Bir zaman sonra talebelerinden biri kendisine bunun sebebini sorunca şöyle cevap buyurdular:

“-Bana Harkân tarafından acayip bir nefes gelmektedir. Resûlullah’a (s.a.v) Yemen tarafından gelen nefese benziyor. Bu nefes bana Harkân’dan büyük bir velinin çıkacağını haber veriyor.” Talebeler o zâtın ismini sordular. Beyazîd-i Bestâmî Hazretleri, “Ebu’l-Hasan’dır” dedi ve onun halini, tavırlarını, şeklini, makamlarını anlattı ve makamının kendisinden daha yüce ve âli olduğunu bildirdi.

Bayezîd-i Bestâmî (k.s) ahirete irtihal etmesinden yıllar sonra Harkân’dan birisi gelerek onun dergâhına geldi. Sûfiler, gelen zâta ismini sordular.

“-Adım, Ebu’l-Hasan El-Harkânî’dir.” dedi. Bunun üzerine onun şekline, hâl ve hareketlerine baktılar, Bayezîd-i Bestamî Hazretlerinin tarif ettiği gibi bulup hemen ona müjde verdiler:

“-Beyazîd-i Bestâmî Hazretleri, seni bize anlatmış, mürîdlerinden olacağını haber vermişti.” dediler. Ebu’l Hasan Hazretleri rüyasında Beyazîd-i Bestâmî’yi gördüğünü ve tüm olup bitenden haberi olduğunu söyledi.

Hocazâde’nin müellifi olduğu Hadîkatü’l-Evlîyâ adlı eserinde, Ebu’l Hasan El-Harkânî Hazretlerinin on iki sene boyunca Beyazîd-i Bestâmî Hazretlerinin türbesini ziyaret ettiğini rivayet eder. Bu ziyaretlerinde türbenin başında ayakta durur, huzurdan çıkarken de asla arkasını dönmezdi. Ebu’l Hasan El-Harkânî (k.s) Üveysidir.

Bayezîd-i Bestâmî, Resûlullah’ın (s.a.v) Yemen tarafından gelen kokundan kastı, Üveysi Veysel Karânî’dir.  (k.s) “Üveysilik” mefhumu tasavvuf terminolojisinde şöyle tanımlanmaktadır; cismani olarak görüşmeleri mümkün olmayan kişilerin rüya veya hâl yoluyla manen görüşmesidir. Üveysilik yolunun pîri ise, Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) müjdelediği Veysel Karânî’dir. (k.s)

Ebu’l Hasan El-Harkânî Hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurmuştur:

“-Bidat demek; dinde bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir özü, bir sözü veya ahlakı, sonradan ortaya çıkarmak veya dinde sonraya ortaya çıkmış böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek demektir. Bidat sahibi demek ise; bir bidati meydana çıkaran  veya çıkmış bir bidati yapan demektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

‘Bildirdiğim bu dinde bulunmayan bir şey, sevap umarak meydana çıkarılırsa, bu şey reddolunur.’

Tâvus bin Keysan Hazretleri, oğlu ile bir yerde oturuyorken, oraya bidat ehlinden biri gelip bazı şeyler söyledi. Tâvus Hazretleri parmaklarını kulaklarına götürdü ve oğluna da; ‘Oğlum, bunun sözlerini işitmemen için kulaklarını tıka, çünkü bu kalb zayıftır, işitilenler ona zarar verir, itikadını bozar.’ buyurdu. O kişi de kalkıp gitti.

Süfyan-ı Servî Hazretleri buyurdu ki: ‘Şeytana, bidat işlenmesi, günahtan daha sevimli gelir. Günahtan dönülür. Biat işlenmekte dönmek çok zordur. Bidat sahibi ile konuşup ondan bir şey işiten kimseye, onun sözlerinden Allah-u Teâlâ bir fayda vermez. Onunla musafaha eden, İslamiyet’e olan bağını kesmiş olur.’ Bidat sahibini seven kimsenin ibadetlerini, Allah yok eder ve kalbinden iman nurunu çıkarır. Yolda bidat sahibi ile karşılaştığın zaman, yolunu değiştir. Bidat sahibinin ibadeti, Allah katından kabul olmaz. Kim ona yardım ederse, İslam dinini yıkmaya çalışmış olur. Ehl-i bidate kız verilmez, bidat sahibi ile düşüp kalkan kimse hikmetli konuşmaz. Bidat sahibi sevmeyen, ona buğz eden kimsenin günahlarını, Allah mağfiret etmesi umulur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

‘Bidat sahibi güler yüzle karşılayan veya ona iyilik eden, Allah’ın Muhammed’e (s.a.v) göndermiş olduğu İslamiyeti beğenmemiş olur.”

İBN-İ SİNÂ VE ŞEYH EBU’L HASAN HAZRETLERİ

Ferîdüddîn Attâr Hazretleri’nin müellifi olduğu tasavvufun kült eserlerinden biri haline gelen Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserden nakil edildiğine göre:

“İbn-i Sinâ, Şeyh Hazrelerini ziyaret için evine geldi. Kapıyı çalınca hanımı çıktı ve:

“-Ne istiyorsun?” dedi.

İbn-i Sinâ:

“-Şeyh Hazrelerini ziyaret etmek için geldim.” deyince kadın Şeyh Hazretleri hakkında -onun büyüklüğüne inanmadığı için- uygun olmayan sözler söyledi ve:

“-Onun için mi bu akdar yoldan gelip yoruldun?” dedi. İbn-i Sinâ:

“-Ben onu görmek, sohbetinde bulunmak istiyorum.” deyince:

“-Odun toplamaya gitti.” dedi kadın. İbn-i Sinâ, ormana doğru yola çıktı. Şeyh Hazretlerini, topladığı odunları bir aslana yüklemiş gelirken gördü. İbn-i Sinâ bu hale çok şaşırdı, hayret etti. Yanına varınca Şeyh Hazretleri:

“-Buna şaşırma! Ben hanımımın yükünü nefsime yükledim, Allah da bizim yükümüzü bu aslana yükledi.” buyurdular.

MÜBAREK SÖZLERİNDEN

“-Tâ Türkistan’dan Şam’ın kapısına olan sahadaki kimselerden birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır. Keza Türkistan’dan Suriye’ye kadar olan yerlerde bir kimsenin ayağına taşa çarpsa onun acısını ben duyarım. Bir kalpte üzüntü olsa o kalp benim kalbimdir.”

“-Geceleri uyumayı, gündüzleri de yemeyi düşünen kimse hedefe nasıl ulaşabilir ?”

“-Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Alimler benim varislerimdir.’ buyuruyor. Varisin, varis olduğunu kişinin yolunda gitmesi kazımdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) fakirliği seçti. Kerem sahibi ve cömert idi. Güzel ahlak sahibi idi. İnsanları hidayete irşat ederdi. Güvenilirdi, asla hainlik etmezdi. Tamâkâr değildi. Hayır ve şer hepsinin Allah’ın takdiriyle olduğuna inanırdı, insanlara nasihat ederdi, insanları asla kandırmaz ve aldatmazdı. İnsanların korktuğu şeylerden hiç korkmazdı, insanların ümit ettiği (dünyalık) şeyleri asla arzulamazdı ve dünyalık bir şeye aldanmazdı. İşte bunlar Peygamber Efendimiz (s.a.v) güzel ahlakından bir kısımdır. Onun varisi olduğunu söyleyen kimsenin güzel ahlaka, hiç olmazsa bir kısmına sahip olması lazımdır.”

ESERLERİ VE VEFÂTI

Ebu’l Hasan El- Harkânî Hazretleri tasavvufla ilgili yazdığı Esrâru’s-Süluk ve Bişâretname’dir ve Farsça olarak yazılmıştır. Esrâr’s- Süluk adlı eser Şeyh Salâhuddîn  tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Şeyh hazretlerinin irşadının ölümden sonra devam etmesini için yazdığı ve günümüze kadar İslam alimlerin sıklıkla başvurduğu diğer eserleri şunlardır: Nûr’l-Ulûm ve Müntehab-ı Nûru’l-Ulûm.

Uzun yıllar boyunca Beyâzid-i Bestâmî Hazretlerinden devir aldığı irşat makamın büyük bir titizlik ve incelikle hizmet etmiştir. İslamiyet güneşinin Orta Doğu, Anadolu ve Orta Asya gibi bir çok beldede doğması için mücadele etmiştir. Bu kutlu vazifeyi 10 Muharrem 425 (M.1033) Salı gününe kadar devam ettirmiştir. Şeyh Ebu’l Hasan El-Harkânî Hazretleri ahirete irtihal ettiği zaman yetmiş üç yaşında idi.

Kâmil mürşit, Gavs’ul kutb Şeyh Hasan El-Harkâni (k.s) vefâtları yaklaştığında talebelerine kabrini üç arşın derinlikte kazmalarını vasiyet etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“-Burası, Bistam şehrinden daha yüksektir. Kabrim mürşidim, şeyhim, sultanım Beyazîd-i Bestâmî’nin (k.s) yüksekte olması edebe uygun olmaz.”

Kabr-i şerifleri bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan Kars’ın Kağızman Kapısı semtindedir. Başka bir rivayete göre kabr-i şerifi Harkân’dadır.

KABR-İ ŞERİFLERİNİN BULUNMASI

Evliyâ Çelebi müellifi olduğu Seyâhatname adlı eserden nakledildiğine göre, Evliya Çelebi, Kars Kalesi’nin Sultan III. Murad devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken hâfız-ı Kur’ân olan bir askerin Paşaya anlatıığı rüyasını nakleder. Buna göre asker Paşaya, rüyasında gördüğü yaşlı bir zâtın kendisinin Ebu’l Hasan El-Harkânî olduğunu ve naşının burada bulunduğun söylediğini, kendisinden ayağını bastığı yeri kazmasını istediğini anlatmış. Bunun üzerine yüz işçi, işaret edilen yeri kazmaya başlamış ve üzerinde,

“Menem şehîd-ü saîd Harkânî (Said, bahtiyar şehid Harkânî benim)” yazılı dört köşe bir mermer bulunmuştur. Gaziler mermeri tekbir ve tehvidle kaldırınca na’şı ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı mendil ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği görülmüş, vücudunun sağ tarafındaki yarası hala kanamakta imiş. Gaziler yine tekbirler kabri kapatmışlar. Kalenin içinde ilk olarak Lala Mustafa Paşa tarafından Ebu’l Hasan El- Harkânî adına bir tekke ve câmi yaptırılmıştır.