Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd-ü senâ ile. Allah’ım, iki cihan serveri Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) salât ve selâm eyle.

Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri’nin torunu Hâce Muhammed Kâsım anlatıyor:

“Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri bir gün , öğleden sonra, aniden atının hazırlanmasını istedi ve binip Semerkand’dan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da onu takip ettiler. Bir müddet yol aldıktan sonra, Semerkand’ın dışında bir yerde talebelerine “Siz burada durunuz.” buyurdu. Sonra atını Abbas Sahrâsı’na doğru hızla sürmeye başladı. Üstazını bir müddet daha takip eden Mevlâna Şeyh adındaki talebesi, daha sonra gördüklerini şöyle anlattı: ‘Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri ile sahraya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birden bire gözden kayboldu.’

Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sordular. ‘Türk sultanı Muhammed Han (Fatih Sultan Mehmed), kâfirlerle harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allah-ü Teâlâ’nın izniyle galip geldi, zafer kazanıldı.’ buyurdu.”

Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdi’nin şöyle anlattığını nakletmiştir:

Bilâd-ı Rum’a (Anadolu’ya) gittiğimde Fatih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Sultan Bâyezid Han, bana babam Ubeydullâh Ahrâr’ın (k.s.) şemâlini tarif etti ve: ‘O mübârek zatın kır bir atı var mı idi?’ diye sordu. Ben de tarif ettiği bu zatın, babam Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri (k.s.) olduğunu ve kır bir atının olup, bazen ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezid Han ‘Babam Fatih Sultan Mehmed Han bana şöyle anlattı: “İstanbul’un fethinde muhasaranın en şiddetli anında, Şeyh Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri’nin imdadıma yetişmesini istedim. Şu vasıfta, şu şekilde ve kır bir atın üzerinde bir zat hemen yanıma geldi ve bana “Korkma!” buyurdu. Ben de “Nasıl korkmayayım, bir türlü kale düşmüyor.” dedim. Ben böyle söyleyince, o zat elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. “İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üstüne çık, üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver.” buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücuma geçti. Böylece düşman hezimete uğradı ve İstanbul’un fethi müyesser oldu.” buyurdu.

Kaynak:
– Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye – Fazilet Neşriyat, 2014