“Bu bilgi yığınının altında, bir gün kalbimin durumunu incelediğim zaman, acayip bir karmaşa içinde olduğunu hayretle gördüm.” diyor Raci, ya da Raci ismi altında Ahmed Hilmi diyelim ya da bırakalım bunları, gerçekte kalbine dönüp baktığında bu sözü söyleyecek herkese  ‘insan’ diyelim. Zaten birkaç sayfa sonra “Raci demek, insan demektir.”  deyince Ahmed Hilmi Bey, derin bir nefes alacağız biz de.

Bazı kitaplarla tanışmanız için belli bir vaktin olduğunu düşünüyor musunuz? Mesela ben çoğu yazar ile böyle tanıştım desem yanlış olmaz. Şehrin en nitelikli kitapçısına, aklınızda yaklaşık on beş kitaplık bir listeyle giriyorsunuz, görevli kişi istediğiniz kitapların çoğunun tükendiğini söylüyor, hafif moral bozukluğu sonrasında zaten aklınızdaki liste de uçup gitmiş oluyor. Hâlinizi izah eden bir kitap arıyorsunuz, o koca kitapçıdaki birkaç keşif turu tavaflara evrilmeye başlıyor, hiç sizin zevkinize hitap etmediğini düşünerek haksızlık ettiğiniz ‘klasik kitaplar’ standından bir kitap çekip çıkarıyorsunuz, acaba sever miyim tereddüdüyle kitapçının kafesinde kitabı yarılıyorsunuz. O koltuktan kalkarken içinizdeki o garip his, işte benim için A’mak-ı Hayal oldu.

“Adına dünya dediğimiz bu durağı, derin bir üzüntüye kapılmadan seyretmek acaba mümkün mü?”

Raci kendi kendine böyle sorular sorarken, sorularının onu cevabın ta kendisine götürdüğünü göreceğimiz başkahramanımız olacak. Kitapta ara ara kendimizi Raci gibi hissetmemiz de insan denen varlığın dünyanın keşmekeşi içinde zaman zaman Raci gibi çıkış yolları aramasından kaynaklanıyor olabilir.

Daha sonra Raci, o her gün önünden geçip asla içine girmediği mezarlığa girmeye karar verdiği günde Aynalı Baba’yla tanışacaktır. Aynalı Baba’nın özensiz kıyafetinin altındaki bilgeliği hisseden Raci, Aynalı Baba’nın elini öpmek isteyecek, biz de viraneye malik hazinelerden biriyle tanışmış olacağız. Şöyle diyecek Aynalı Baba: “El öpmek? Niçin? İstersen konuşalım. Fakat konuşmaktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü kitap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar neyi bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı bir takım şeyleri.. Fakat hak ve hakikat hususunda ne bilirler? Hiç! Akıl yoluyla hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi?”

Bu konuşmadan sonra ne olacaksa Raci’ye, Aynalı Baba’nın  hayallerin derinliklerine daldıran neyi üflemesiyle olacak artık. Hikayede Raci mürid, Aynalı Baba ise Raci’yi o sefih hâlden kurtaracak, şüpheden arınmış kesin bilgiye ulaşmanın yolunu gösterecek olan kişi yani mürşid-i kâmil olacaktır. Devamında Raci’nin dalacağı derin hayaller ise mürşidin tesiriyle müridde keşfin meydana gelmesi olarak açıklanabilir. Mürşid, müridin hâline vakıftır ve onu derece derece yükselterek  Allah’ın izni doğrultusunda hakikate eriştirir. Buna seyr-ü süluk denir. İşte kitabın devamında şahit olacağımız hayaller de Raci’nin seyr-ü sülukuna işaret edecektir.

Raci’nin neyin yumuşak sesiyle daldığı ilk hayal: Yokluk Tepesi, bu hayal  seyr-ü sülukun ilk mertebesi olan ‘Tevbe’yi yani  dünyadan yüz çevrilmesi gerektiğini, dünyanın faniliğini  anlatacak ve kahramanımız kendini bir anda Hindistan’da Yokluk Tepe’sini ararken tanıştığı Buda’nın yanında bulacaktır. Hayalin özetini ise Raci’nin nereden duyduğunu anlamadığı Davudî bir ses yapacaktır.

“Koymasın seni rah-ı visalden ezvâk-ı misal”
(Bu dünyanın geçici zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın.)

İkinci hayal bize “dem bu demdir” diyor, an bu an! İnsanın iç dünyasında cereyan eden savaşı öyle güzel somutlaştırıyor ki Ahmed Hilmi, kitabın bu kısmı benim için birkaç defa daha dönülüp okunulacak kısım olarak işaretlenmiş oluyor. Temaşa Bayram adı verilen ikinci hayal seyr-ü süluku bize, olabilecek en güzel şekilde anlatıyor. Nefsin azılı düşmanı ‘Nifak’ı alt eden ‘Muhabbet’le, ‘Muhabbet’in can düşmanı ‘Gazap’ ile, ‘Gazap’ı yerle bir eden ‘Hikmet’ ile, ‘Hikmet’in yenilebileceği tek düşman olan ‘Nefs-i Emmâre’ ile ve hepsini önünde diz çöktüren ‘Aşk’ ile yine bu hayalde tanışıyoruz. Sembolik yapılan anlatımlar nasıl aynı zamanda bu kadar içimize işliyor, nasıl bizden bir şeyi anlatıyor şaşırıp kalıyoruz.

‘Daimi Dönüşüm’ başlıklı üçüncü hayal ise şöyle sesleniyor:

“Ey sırr-ı vücud-ı bîvücud!
Marufsun amma bilinmezsin     
Zahirsin amma görünmezsin.”

Bu hayal, yaratılışın sırrını temsili bir şekilde açıklayacak, Raci nefis tezkiyesinden sonra bu hayalde varlığın hakikatini, insanın yaratılışını ve mahiyetini öğrenecektir.

“…Varlık tektir, ve sadece Allah’a aittir. Tek olan varlığın zuhuruyla kesret meydana gelmiştir… Zuhurun gayesi Allah’ın bilinmeyi istemesi, sevmesidir. Bu ancak insan-ı kâmilde tahakkuk ettiğinden zuhurun yani yaratılışın gayesi insan-ı kâmildir. Allah’ın isimleri çeşitli varlıklarda ayrı ayrı; insan-ı kâmilde ise bütün olarak tecelli eder. Bu yüzden insan küçük bir kainattır.”

Bundan sonraki  hayaller şöyle sıralanacak: Arifler Meclisi, Azamet Sahası, Kaf ve Anka, Azamet Deryası ve Kibriya Girdabı, Sonsuz Bilmece, Ulular Meclisi. Ancak kitabın sırrını daha fazla aşikâr etmek istemediğimden bu hayalleri, kitabı eline alıp okuma zevkini yaşayacak olan okuyuculara bırakacağım. Kitabın ikinci bölümü “Manisa Tımarhanesi”, arkadaşı Sami’nin Raci’ye yazdığı mektupla başlayacak ve hâlinin değiştiğini gören arkadaşı sürekli “Ne arıyorsun?” diye soracak. Raci ise hâlinden memnun bir vaziyette Sami’nin mektubuna cevap verecektir. Daha sonra Sami, Raci’yi ziyarete gelecek, Raci’nin Sami ile ve ondan yardım isteyen bir kadınla olan konuşmaları tehlikeli delilerinkine benzeyen bir vaziyet gösterdiği için Raci tımarhaneye gönderilecekti. Ne var ki Aynalı, Raci’yi orada da bırakmayacaktı. Bundan sonra Raci’nin tımarhane gözlemleri, devam eden hayalleri ve Aynalı Baba’yla ebediyen ayrılışları konu edilecek. Son olarak da Aynalı Baba’nın Raci’ye bıraktığı defterdeki yazılarla kitap son bulacaktır.

Kitap bitince hissedilen o garip duyguyu biraz olsun ertelemek isterseniz kitabı sindire sindire okumanızı tavsiye ederken, hayatın tek evresinde okunup kitaplığa kaldırılacak bir kitap olmadığını aksine defalarca okunsa da her seferinde farklı ufuklar açacağına inandığımı da söylemek isterim.

Son olarak: Her insan Raci’dir demiştik ya yazının başında, mezarlıktaki Aynalı Baba’ları bulmanın yolu da yine sadece ve sadece Raci olmaktan geçer diyebiliriz öyleyse. Bize düşen; acizliği, muhtaçlığı, zayıflığı kabul etmek ve bıkmayan, usanmayan bir ricacı olmak olacaktır. “Benim Aynalı Baba’m hangi mezarlıkta?” sorusu aklına düşecekler için kitaptaki alıntıdan bir alıntı da biz yaparak yanıt vermeye çalışalım ve yazımıza noktayı koyalım isterim:

“Yolları ne var ayrı ise hep sana âşık
Her birisi bir yol ile gülzâre gelirler”
                                               – Niyazi Mısrî