Vedûd, “çok seven ve çok sevilen” anlamlarına gelen “Vüdd” ve “meveddet” mastarından türemiş bir sıfattır. Bu bağlamda El Vedüd, “Müminleri çok seven, onlar tarafından da sevilmeye en layık olan.” anlamına gelir.  Bizler biliyoruz ki, Cenab-ı Hakk’ın kullarına olan sevgisi, kullarının O’na olan sevgisinden çok çok fazladır. Çünkü O’nun sevgisi bir menfaat karşılığı değildir. O halde diyebiliriz ki, bütün maddi ve manevi sevgilerin kaynağı O’dur.

Ebu Hureyre bir rivayetinde şöyle demiştir: Resulallah (sav) buyurdular ki: 
“Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: “Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, bende onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.

İşte Rabbimiz kulunu böyle sever, çünkü O El-Vedüd’dür.  Ve O, bir kulundan razı olduğu, onu sevdiği zaman bu sevgiyi semadakilerin ve yerdekilerin gönüllerine de yerleştirir. Demek ki, önceliğimiz insanların değil Allah’ın sevgisini kazanmak olacak. Allah’ın sevgisini kazandığımızda, diğerlerinin beraberinde geleceğine inanacak hatta ve hatta Allah’ın sevgisini kazandıktan sonra diğerlerinin ne boş hülyalar olduğunu idrak edeceğiz. Çünkü sevmek; vermenin namütenahi boyutu… Sevmek, beraberinde taşıdığı “sevilmek” duygusuyla zirveleşen ve “sevdiğime yakışayım” isteğiyle insanı hep ilerleten yürek enerjisinin adı.  Hatta sevgi, içinde bulunduğumuz dünyayı “O’nu bilmek, O’nu bulmak, O’nu yaşamak”  için gelinen mekân olarak görmektir.

Bu yüzdendir ki, Allah Resulü sevdiği hiçbir şeye doyasıya bakamazdı. Dünyayı ve içindeki nimetleri yanlıca Allah’a tevekkül aracı olarak görür ve onlar vasıtasıyla daima şükür ve sevgi hali üzere olurdu. Zaten her fırsatta ümmetine, gözlerini dünyanın geçici nimetlerine dikip durmamayı nasihat ediyordu.

Bu konudaki tek sorunumuz dünya nimetlerine göz dikmek değil aynı zamanda insanlarla da devam eden bir sevgi sorunumuz var.  Çünkü sevdiklerimizi Allah için sevmenin sınırını bilmiyoruz. Sevdiklerimizi zehirli seviyor ve bu yüzden sürekli onlarla imtihan oluyoruz. Hepimiz bugüne kadar yaşayarak gördük ki; Allah için sevmediğimiz müddetçe; göz oluyor, nazar oluyor, bela oluyor, geçici oluyor ama muhakkak bir kusur oluyor ve araya mesafeler giriyor, tartışmalar giriyor, kavgalar giriyor. O hiç bitmez sanılan sevgi, o hiç tükenmez sanılan güven yerle yeksan oluyor. Çünkü yalnızca Allah için sevenler, var olan kusurları görmezden gelirler. Yalnızca Allah için sevenler, bir kusur gördüklerinde arkalarını dönüp gitmezler. Bu noktada Efendimiz ’in  “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” hadisini hatırlatmakta fayda var. Ve unutmayın ki; Allah’ın sevgi payını Allah’tan başkasına ayırdığınızda, o sevgi başınıza imtihan olarak döner. Ve bu hiç şaşmaz.

Bir gün Allah Resulüne bir adam geldi ve dedi ki; “Ey Allah’ın Resulü seni çok seviyorum!” Efendimiz tebessüm etti ve dedi ki; “O zaman acılara hazır ol!” Bunun üstüne adam “Ey Allah’ın Resulü, ben Rabbimi de çok seviyorum.” deyince Efendimiz; “O halde imtihanlara ve musibetlere de hazır ol.” diyerek karşılık verdi.

Buradan anlıyoruz ki; dil ile kuru kuru “Ben Allah için seviyorum” deyince de iş bitmiyor. Gerçekten Allah için mi seviyorsun türlü türlü imtihanlarla test ediliyor. Bu yolda pes edecek misin, yorulup dönecek misin yoksa Allah’ın sevgisine dayanıp güvenip yılmadan devam mı edeceksin görülmek isteniyor. Ve bu sevginin gerçek olduğunu ispat etmenin tek yolu, sabırdan geçiyor. Hem ne diyor ayet; “Andolsun biz insanları, biraz korku, biraz açlık, biraz mallardan ve canlardan eksilterek imtihan edeceğiz. Sen, o sabır gösterenleri müjdele!”

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim!